Gençlik ve Tahsil Hayatı: I. Meşrutiyet Devri (1878-1908)
Bediüzzaman Said Nursî'nin doğduğu yıl Osmanlı Devleti Balkanlar ve Kafkasya'da Rusya ile savaşmaktadır. Osmanlı tarihçilerinin Rumî takvime göre 93 Harbi diye adlandırdığı 1878 Osmanlı-Rus Savaşı, hem Osmanlı Devleti, hem de Batılı devletler için yeni bir dönemi teşkil edecek kadar önemlidir.
Rusya'nın Sırpları kışkırtmasıyla, Bosna-Hersek ve Karadağ'da başlayan isyanlar, Osmanlı Devletiyle birlikte Avrupa'nın yarısını etkileyecek bir savaşa yol açtı. Bu sırada Osmanlı devleti meşrutiyeti ilân etmiş; siyasî, sosyal ve ekonomik alanlarda büyük değişikliklere yol açacak bir “anayasal parlamenter sistem” yürürlüğe koymuştu. Nisan 1877'de Rusya'nın savaş ilânıyla, Kafkas ve Balkan cephelerinde başlayan çarpışmalar, Osmanlı kuvvetlerinin sürekli geri çekilmesiyle sonuçlandı. Ruslar batıda Plevne'yi düşürdükten sonra Balkanları boydan boya istilâ ederek İstanbul'a 18 km uzaklıktaki Yeşilköy'e kadar gelmiş, doğuda Ardahan, Oltu, Kars'ı alarak Erzurum'a girmişti.
Bu esnada Osmanlı'da ekonomik kriz had safhadaydı. Halk fakirlik ve salgın hastalıklardan ayakta duramaz hâle gelmişti. Parlamento devam etmekte olan savaş yüzünden sağlıklı çalışamadığı, ülkenin acil çözülmesi gereken sorunlarına çözüm üretemediği için çalışmalarına ara vermişti.
Savaşın sonunda Yeşilköy'de imzalanan Ayastefanos Antlaşmasıyla Osmanlı, Balkanlar ve Avrupa'daki topraklarının neredeyse tamamına yakınını kaybetmişti. Tuna cephesinde Romanya, Sırbistan, Karadağ bağımsızlık elde etmiş ve Bulgaristan Prensliği kurulmuştu. Kafkas cephesinde ise Batum, Kars, Ardahan ve Doğubayazıt Ruslara bırakılmıştı. Osmanlı Devletinin ödemesi gereken ağır savaş tazminatı uzun yıllar süren ekonomik çöküntüye yol açmıştı. Anlaşmadan sonra terk edilen topraklarda yaşayan Müslüman ve Türk nüfusun, zor şartlar altında gerçekleşen göç dalgası ülkedeki durumu daha da ağırlaştırmıştı.
Bediüzzaman Said Nursî, yeni bir devrin başlangıcı sayılan bu gelişmeler yaşanırken dünyaya geldi. 1878'de1 Bitlis'in Hizan ilçesinin Nurs köyünde doğan Bediüzzaman, ilk eğitimini ağabeyi Molla Abdullah'tan aldı.
Tağ köyündeki medresede öğretim hayatına küçük yaşta başladı. Tahsil hayatı boyunca, birçok medresede kısa sürelerde bulunarak ders aldı. Bu süre zarfında medrese eğitiminin temeli olan sarf ve nahiv kitaplarını “İzhar"a kadar okudu. Sonunda, Doğubayazıt'ta bulunan Şeyh Mehmet Celâlî'nin medresesinde üç ay süren bir eğitim gördü. Burada, medrese eğitiminde yer alan kitapların yanında pek çok başka kitabı da okudu. İcazetini alarak Doğubayazıt'tan ayrılan Said Nursî, son derece hareketli geçen tahsil hayatında, çok genç yaştayken klasik medrese eğitiminin sınırlarını aşan engin bir birikime sahip oldu.
Doğudaki ilim merkezlerine tek tek giden Said Nursî, o dönemin medrese âlimleri arasında gelenek hâlinde olan ilmî münazaralara katıldı. Keskin zekâsı ve güçlü hafızasının yardımıyla bu münazaralardan başarıyla çıktı. Şarktaki âlimlerin karşısında rüştünü fiilen ispatlamış olan Said Nursî'nin genç yaşta ulaştığı ilim seviyesi, herkesi hayrete düşürdü. Anlaşılması en zor konuları bile kolaylıkla kavraması; okuduğu ve incelediği kitapları kolaylıkla ezberine alması gibi farklılıkları sebebiyle, zamanın âlimleri ona “Bediüzzaman (zamanın eşsizi)” dediler.
Bediüzzaman Said Nursî, Miran aşiret reisi Mustafa Paşayı, yöre halkına yaptığı baskı ve zorbalıktan vazgeçirmek için Cizre'ye gitti; aralarında sert münakaşalar yaşandı. Mustafa Paşa Said Nursî’yi, ilmine güvendiği âlimleriyle münazaraya davet etti. Said Nursî, her meselede onlara üstün geldi. Bu süre sonunda hem farklı kişiliği, cesaret ve özgüveni, hem de ilmî birikimi açısından daha çok dikkat çekmeye başladı.
1894'te Mardin'e geçti. Mardin'de kaldığı sürece, her türlü sosyal faaliyetin içinde yer alan Bediüzzaman, burada karşılaştığı Şeyh Cemaleddin Afganî'nin bir talebesinden, Afganî'nin siyasî fikirlerini tanıma fırsatı buldu. Siyasetle ilgilenmeye de ilk defa Mardin'de başlayan Bediüzzaman, tartışmalarda fikrini açıklamaktan geri durmuyordu. Bulunduğu topluluklarda tartışmalara neden olan Said Nursî'yi, Mardin mutasarrıfı, bir tedbir olarak il hudutları dışına çıkarmak zorunda kaldı.
Bitlis'e giden Bediüzzaman'ın ilmî vukufiyeti ve farklı kişiliği, Bitlis Valisi Ömer Paşa'nın dikkatini çekmişti. Ömer Paşa Bediüzzaman'a vilâyet konağında kalarak çalışmalarını devam ettirebilmesi için bir oda tahsis etti. Doğu ve Batı klasikleriyle beraber fen bilimlerine ait kitapları da içinde bulunduran konağın büyük kütüphanesi, Bediüzzaman'ın fen bilimlerine ait en son bilgilere ulaşması için bir zemin oluşturmuştu. Bitlis vilâyet konağında geçirdiği iki yıl süresince, din ilimlerine olduğu kadar fen ilimlerine de vakıf oldu.
Said Nursî iki yıllık Bitlis hayatından sonra, üst seviyede şahısların daveti üzerine gittiği Van'da 10 yıl kadar kaldı.
Bu süre içinde Tahsin Paşa yerine atanan İşkodralı Tahir Paşa’yla, aralarında samimî bir dostluk gelişti. Böylece, konağın ayrılan bölümünde çalışmalarına devam etti. Çeşitli gazete ve dergilerin de bulunabildiği konağın zengin kütüphanesi, çeşitli konularda derinleşmesi için iyi bir imkân sağlamıştı. Bediüzzaman, bir yandan coğrafya, tarih, matematik, kimya, astronomi ve felsefe ile ilgilenirken, diğer yandan içinde yaşadığı toplum yapısını çok yakından inceleme ve tanıma fırsatına sahip oldu. Osmanlı toplumunun içinde bulunduğu sıkıntıların aşılmasında eğitime çok önemli bir rol düştüğünün farkındaydı ve medreselerde din ilimleriyle birlikte müspet ilimlerin de okutulması gerektiğini düşünüyordu. Hatta bu yolda, zihninde, eğitim esasları ve yönetim şekliyle bir “üniversite projesi” teşekkül etmişti. Bundan sonraki hayatının en büyük iki gayesinden birini oluşturan idealindeki bu üniversiteye, “Medresetüzzehra" adını verdi.
Valinin konağında ilmî çalışmalarına devam ederken bir yandan da kendine ait Horhor Medresesi’nde ders veriyordu. Tahir Paşa, bir gün ona, konağa gelen gazetelerin birinde, İngiltere'nin Sömürgeler Bakanı Gladstone'un Avam Kamarasında yaptığı konuşmayı okudu. Gladstone, elinde bir Kur'ân-ı Kerîm'le kürsüye gelerek, “Bu Kur'ân Müslümanların elinde bulunduğu müddetçe, biz onlara hâkim olamayız. Ne yapıp yapıp, bu Kur'ân'ı sukut ettirip ortadan kaldırmalıyız. Yahut da Müslümanları ondan soğutmalıyız” diyordu.
Bu söz Said Nursî'nin dünyasında fırtınalar kopardı. Belki de, hayatının en önemli kararını vermesine yol açtı. Gladstone'un sözüne karşılık, “Ben de Kur'ân'ın sönmez ve söndürülemez ebedî bir güneş gibi mu'cize olduğunu dünyaya ilân edeceğim” diyen Bediüzzaman, hayatının diğer bir gayesi olarak, “Kur'ân'ın bu asra bakan manevî mu'cizesini insanlara ispat ederek gösterme kararı"nı aldı.
Van'da kaldığı uzun sürenin neticesi olan bu karar ve doğuda kurulmasını istediği üniversite fikri Said Nursî'nin bundan sonraki hayatını şekillendiren en önemli iki hareket noktası oldu.
Van'ın Said Nursî gibi bir deha için çok yetersiz kaldığını düşünen tecrübeli Osmanlı paşası Van Valisi Tahir Paşa, onu İstanbul'a gitmesi için teşvik etti. Nihayet Said Nursî, 1907 yılının sonlarında İstanbul'a gitmeye karar verdi. Maksadı, fen ilimleriyle din ilimlerinin beraber okutulacağı, idealindeki üniversite düşüncesini hükümete iletmekti. O zaman Bitlis valiliği yapmakta olan Tahir Paşa'nın Sultan Abdülhamid'e yazdığı referans mektubunu alan Bediüzzaman, önce kara yoluyla Trabzon'a, oradan da gemiyle İstanbul'a gitti.
Bediüzzaman, İstanbul'da ilk önce Ferik Ahmet Paşa'nın evine yerleşti. İlk iş olarak, doğuda kurulmasını istediği üniversiteyle ilgili bir dilekçeyi padişahın özel kalem dairesi, Mabeyn-i Hümayuna sundu. Ancak, hükümet dilekçe konusu üniversite projesinin önemini kavrayamadı. Bu yüzden gerçekleştirmek için hiçbir teşebbüste bulunmadı.
İstanbul'a gelişinden 2 ay sonra Fatih'teki Şekerci Han'da kalmaya başladı. Odasının kapısına, “Burada her suale cevap verilir, her müşkül hallolunur; fakat sual sorulmaz” diye bir levha astı. İçerisinde âlimlere ve aydınlara gizli bir meydan okuma da bulunduran bu davet, kısa sürede bütün İstanbul'a yayıldı. İlim adamları, medrese hocaları, talebeler, siyasetçiler, herkes bu âlimi konuşmaya başladı.
İnsanların yavaş yavaş bu genç âlimin etrafında toplanmaya başlaması hükümetin evhamlanmasına sebep oldu. Birkaç kere tutuklandı ve serbest bırakıldı. Said Nursî'den kurtulmak isteyen hükümet, onu bu defa tımarhaneye gönderdi. Bunun, “muhalifleri sindirmek için bir yol” olduğunu bilen Said Nursî, “Akıllılık dediğinizin çoğunu ben akılsızlık biliyorum. O çeşit akıldan istifa ediyorum” diyerek, kendisini susturmak isteyenlerle uzlaşmadı. Onu, Toptaşı Tımarhanesi doktorunun, “Eğer Said Nursî'de zerre kadar cünun varsa, dünyada akıllı adam yoktur” diye rapor vermesiyle de serbest bırakmadılar, tımarhaneden alarak tevkifhaneye gönderdiler.
Gözaltındayken Zaptiye Nazırı Şefik Paşa kendisini ziyaret ederek, padişahın selâmıyla birlikte “ihsan-ı şahane"den 1000 kuruşu takdim etmişti. Şefik Paşa aynı zamanda eğitim hakkındaki teklifinin Bakanlar Kurulu'nun gündemine alındığını, kendisinin ise açılacak üniversiteye 30 lira maaşla rektör tayin edildiğini ve maaşının hemen başlayacağını da tebliğ etmişti. Bediüzzaman ise bunun bir “sus payı” olduğunu ifade ederek kendisine takdim edilen makamı ve ihsanı reddetmiş ve derhal padişahla görüşmek istemişti. Hayretler içerisinde oradan ayrılan Şefik Paşa'dan ve hükümetten herhangi bir haber çıkmamış, Bediüzzaman'ın tevkifhanede tutukluluğu devam etmişti.
Dipnotlar
1. Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin ilk nüfus ve ikamet bilgilerini 1921 yılında İstanbul'a gelişinde doldurduğu nüfus tezkeresinden öğreniyoruz. Söz konusu belgedeki Üstad'ın kendi beyanlarına göre doğum tarihi Rumî 1293, Hicrî 1295'tir. Rumî 1293 ile Hicrî 1295 yılının kesiştiği tarih ise, Tarih Çevirme Kılavuzuna (Yücel Dağlı-Cumhure Üçer, Türk Tarih Kurumu, Tarih Çevirme Kılavuzu, Ankara, V. Cilt, s. 237.) göre Milâdî 5 Ocak-12 Mart 1878 tarihleri arasına isabet etmektedir. Dolayısıyla Said Nursî'nin doğum yılı her hâlükârda Milâdî 1878'dir. (Köprü Dergisi, Sayı: 70, Bahar 2000)
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkürler