İşte Olayın Gerçekleşmesi
Sabahın sekizi sıralarında düşman donanması’nın yoğun topçu atışlarıyla Çanakkale Boğazı’nda başlayan savaş cephe boyunca tüm şiddetiyle sürüyordu.Gümbürtüden,uğultudan iniltiden boğaz yıkılır.Sırtlar; tepeler; kara toprak, dağ taş duman olur.Boğazın mavi suları düşen ateşten güllelerle yanar alev, alev…
Her dakika, her saniye cephede ölüm kusan düşmanların en gelişmiş savaş gemilerinden oluşan güçlü donanması, emperyalist efendilerini utandırmamak,mutlaka masa başında planlandığına uygun kesin zafere ulaşmak tutkusuyla olanca çabalarını gösterip,olanca gayretlerini harcamaktadırlar.
Önceleri İngiliz zırhlısının dev toplarından yükselen iri,tahrip gücü yüksek ve etkili güllelerle korkunç gürültülerle Mecidiye Bataryası da düşmanın yoğun ateşi altında olduğu halde hiç paniğe kapılmadan cesaretle,özveriyle görevini sürdürür.
Komutan Yüzbaşı Hilmi Bey’in yükselen sesiyle attıkları her topu şehit düşmüş olan arkadaşları şereflerine atarlar.
Bi ara sığınaktaki telefon çalar. çalmasıyla birlikte Komutan Yüzbaşı Hilmi Bey telefonun bulunduğu sığınağa koşturur işte tam o sırada yeri,göğü inleten müthiş bir patlama olur.Patlamanın şiddetinden her taraf zelzele olurcasına sarsılır ve aynı anda Mecidiye Bataryası’nın bulunduğu sahaya koyu bir kara duman çöker.
Ne acıdır ki bu olay sürecinde ve sonucunda Mecidiye Bataryası toz duman içerisinde havaya uçar.
Batarya Komutanı Yüzbaşı Hilmi Bey feci patlamadan üç,beş saniye sonra sığınaktan ok gibi dışarı fırlar ve fırladığı gibi bataryasının,acıklı,yürekleri sızlatan korkunç manzarasını görür.Görünce de olduğu yere çakılır kalır.
Bataryasında her şeyin bittiğini fark eder.Toparlanınca yaralıların acı acı feryatları,haykırışları arasında dolanmaya başlar.Şehitlerin cansız vücutlarından,güllelerin acımasız darbeleriyle kopan parçalara bakar.Yaşaran gözleriyle “sanki ne diye sağ kalıp da bu dayanılmaz manzarayı gördüm?Allahım bunları bana ne diye gösterdin?Şuracıkta neferimle,birlikte benim de cancazımı alaydın ya!Ya şimdi benim sağlığım neye yarar?olan oldu,giden gitti bir kere!” diyerek üzülür.Bitmiş,tükenmiş Mecidiye Bataryası’nın toprak yığıntıları ve çöküntüleri arasında;
“Komutanım, komutanım!… N’olursun kurtar beni komutanım. Aman yetiş ölüyorum, boğuluyorum komutanım!” diye bir ses duyor. Hemen sesin gittiği yöne doğru koşar. Bu ses nefer Niğdeli Ali’ nindir. Cephaneliğin patlamasıyla havaya ucmuşMecidiye Bataryası’nda toprak altında komutanı tarafından ilk kurtarılan nefer Niğdeli Ali’dir.
Niğdeli Ali, yatırıldığı yerde acı acı inleyip duran bir yaralı arkadaşına yardım etmek veya bir ihtiyacını karşılamak için onun bulunduğu tarafa giderken ayağına birşeyler takılır ve sendelemesi sonucu yere düşer. Kendisini düşüren şeyin ne olduğunu öğrenmek için arkasına dönüp bakar. Arkasına baktığında birde ne görsün? Oracıkta meydanda bir insan ayağı durupdurur. Hemde ayak diklemesine ve açıkta durupdurur. Ali önce bedenden kopmuş bir parça sanır. Sanır ama sonradan düşünürki bedeninden kopmuş parça olsa öyle diklemesine durup ta beni düşürmez. Geriye dönüp, ayağın yanına varır. Önce üstündeki toprakları temizler, sonrada eliyle ayağı hafifce iki yana sallayıp yoklar. O zaman onlar ki ayak bedeninden kopmuş parça kesinlikle değildir. Hemen komutanını çağırır.
İlk onlarda toprak altından çıkarılan iri kıyım koca neferden hayat belirtileri çok az gözlenir. Ancak komutan eliyle yoklayınca nabzının ve kalbinin hafifte olsa henüz atmakta olduğunu fark eder. Bir süre sonra nefer iyileşir. Neler olduğunu öğrenmek ister. Niğdeli Ali olanları ağlayarak anlatır.
Bataryasının inanılması güç yıkık, dökük, çökük, bitik halini görür. Beş on saniye bu dayanılması güç sahneyi sessiz soluksuz süzer. Gördüğü yürekleri sızlatan, parçalayan manzara karşısında koca nefer’in tüm vücudu ürperir, her tarafı hırsından zangır zangır titrer ve yüzü renkten renge girer.
Bogazı daha iyi görebilmek, savaşın seyir durumunu daha iyi izleyebilmek için iki üç adım ileri atar. Bogazın karşı tarafına bakar. Bu sırada boğazda savaş tüm şiddeti ile devam etmektedir.
Koca nefer neden sonra aklına bir şey gelmişçesine, bir şeye karar vermişçesine keskin bir dönüşle ok gibi geriye fırlar. Daha sonrada her nasılsa ayakta kalabilmiş tek topun başına gelir ve durur.
Ali bakar ki ayakta kalmış görünen tek topunda durumu sağlıklı değil, o da yürümeye başlamıştır. Bir kez topun en önemlisi hasar görmüştür. Topun ikiyüzyetmişbeş kiloluk ağır güllelerini iki metre yükseklikteki namluya çıkararak matazarası yani vinci görev yapamaz hale gelmiştir. Kaldı ki başka bir ağrızanında olup olmadığı belli değildir. Matazaranın çalışmaması, onun arızalı oluşu dahi topun görev yapmamasına, doldurulup ateşlenememesine geçerli neden sayılır. Çünkü koca ağır gülleyi tam iki metrelik yüksekliğe çıkarıp ve de namluya yerleştirebilmek değil iki kişinin on kişinin bile belki yapamayacağı bir iştir.
Koca Nefer :
“ Topun mataforası bozuk, elleşeceğimiz, yardımlaşacağımız kimsemiz de yok deyipte şu kötü gadrımıza boyun eğip, yani bizde sapasağlam bedenimizle harpten mi kaçalım şincik? Ya o zaman yerler de yatan şehitlerimiz, bağırıp çağırıp duran yaralılalarımız nolacak? Sonracım onlan ahları nolacak? Acaplarına bu zavallacıkların günahları,gabahatları neydi Ali? Şu halleri, yüreklerimizi parçalayan şu vaziyetlere hiç dayanılı mı? Hani bölüğümüz bataryamız? Hani mülazım Teğmen Fahri Beyimiz? Hani Osman çavışımız, hani sazcı Hasanımız, hani öteki daha bir sürü eratımız? Bir de bunların boğazı geçip de paytatımız İstanbul’u aldını, memleketimizin her yanını işgal ettiğini düşün. Sana bize ne derler gerideki gızanımız, eyi döğüşemediler de boğazdan salıverdiler gavırları demezler mi? Yok Ali kardaş, galan dayanamam ben bu işe” der.
Demesiyle birlikte Koca Nefer başında durup beklediği topun dibindeki yerde nasılsa sağlam kalabilmiş iki gülleden birisini “Ya Allah” haykırışı ile karakucak edip kavrar. 275 kilo ağırlığındaki kocaman top güllesi Koca Nefer’in çok çabuk ve ivedi bir hareketiyle kucağında sanki küçük bir bebek veya saman çuvalı gibi havaya kalkmıştır. Niğde’li Ali bu inanılmayacak manzarayı gerçeği, özveriyi görünce şaşkınlıktan ağzı bir karış açık hayretler içinde ona doğru bakıp da kala kalır. Sanki bir anda dili tutulmuşçasına suskun ve şaşkın Koca Nefer’i seyreder.
Koca Nefer:
“Üllen Ali aptal aptal, şaşkın orda bakınıp duracağına azıcık bene yardım etsene? Hele yardım ette, şuracıktan tutuver de az bişey kaldı, govana yerleştirelim şu gülleyi” der.
Durumu, gerçeği ve Koca Nefer’in gösterdiği özveriyi gördükten sonra artık Ali de Koca Nefer’in bu işi üstün gücüyle mataforasız, vinçsiz de olsa başaracağına inanmıştır., iyice aklı yatmıştır. Koca Nefer’in bölükteki diğer arkadaşlarından farlı olarak sahip olduğu üstün gücünü, üstün fiziksel yapısını bilirdi de bu denli özveriler göstereceğini hiç aklının köşesinden dahi geçirmemiştir. Ama gördüğü gibi şimdi inanılmayacak bir görüntüyle, özveriyle karşı karşıyadır. Koca topların koca güllesi Koca Nefer’in kolları arasında ve iki metre havadadır. Sanki çam kütüğünü kaldırıp eşeğine yükler gibi koca gülleyi de bir solukta havaya kaldırmıştır, Koca Nefer. Ali’nin bir anlık şaşkınlığı geçer geçmez Koca Nefer’in çağrısına kulak verip, o da güllenin bir kenarından tutar, ağır güllenin Koca Nefer tarafından topun namlusuna yerleştirilmesinde pek önemsiz de olsa biraz yardımcı olur.
Bitip tükenmiş Mecidiye Bataryası’ının mucize adamı, güçlü ve cesaretli Koca Nefer’i tarafından itinayla doldurulan tek topun uzun namlusu hemen Çanakkale Boğazı’nın Nara Burnu istikametine doğru seyreden İngiliz zırhlılarının bulunduğu kuzey doğu istikametine çevrilir. Hedef, önde seyreden İngiliz zırhlısıdır. Zırhlıya nişan alınır ve gerekli mesafe ayarı yapılır. Barut hakkı filan ne icap ediyorsa yerine getirilir. Topunu son kez kontrolden geçirir ve başkaca görülmedik bir arıza olmaması, çıkmaması dileğiyle Allah’a dua edilir. Sonra da Ali’ye o gemilere bakmasını tembihler.
Az sonra topun başındaki iriyarı Koca Nefer azimle, öfkeyle, kül olmuş bataryasının, şehit ve yaralı olmuş bir sürü arkadaşının intikamını bir hamlede alırcasına, eline geçen bu son şansı son fırsatı boşuna harcamayasıya, topunun tetiğine var gücüyle dokunur.
Tetik çekilince önce koca top korkunç gürültü ve inilti çıkararak bulunduğu yeri sarsar. Hemen arkasından bir gümleyiş daha olur. Bu gümleyişi takiben de iki düşman zırhlısından önde seyredeni üzerine koyu kara bir duman çöküverir. Bunun üzerine gözcü göreviyle durumu izleyen Niğdeli Ali olanca sesiyle :
“Furuldu Koca Adam zırhlı furuldu” der.
“Kanlı ve çok çetin geçen 18 Mart 1915 Çanakkale Savaşı’nda havaya uçup kül olmuş Rumeli Mecidiye Bataryası’nda tam ümitsizliğe düşüldüğü bir anda tek top atışıyla isabet alıp, Koca Nefer tarafından batırılan zırhlı İngiliz’in OCEAN isimli zırhlısıdır. Bu zırhlı aynı zamanda Türkler’in zaferiyle sonuçlanan büyük deniz savaşının da en son batırılan zırhlısıdır. Peki ya bu zırhlıyı batıran üstün güçlü ve yetenekli özveri sahibi iri kıyım Kahraman Koca Adam, Koca Nefer, Mucize Adam kimdir? Tüm ümitlerin yitirildiği, her şeyin yok olup, sıfıra düşmüş bataryasında 275 kg.’lık gülleyi kaldırarak topunu doldurup ateşleyen, mucizeler yaratarak düşman zırhlısını batıran, dolayısıyla o günün kötü şartlarında birazcık da olsa bataryanın kötü talihini yenmesini başarabilen ve zaferin Türkler lehine dönüşmesinde büyük payı olan bu Koca Nefer kimdir? İşte bu Koca Nefer tarih sayfalarında Edremit’li Çanakkale kahramanı Koca Seyit, Nişancı Seyit Onbaşı namıyla anılan, kahramanlığı sık sık konu edilen, büyük kahraman şimdiki Balıkesir iline bağlı Havran ilçesinin Çamlık, eski deyimiyle manastır ve son değişiklikle kendi adını alan, yani koca seyit köyü olan köyde doğmuş, yaşamış ve orada ölmüş Topçu Onbaşı Seyit Çabuk’ tur.
ANI
Mecidiye bataryası komutanı yüzbaşı Hilmi bey acı çeken yaralıların bir an evvel huzura kavuşabilmeleri için çevre birliklerden sağladığı yardım gurubuyla bir süre sonra bataryasına döndüğünde Niğdeli Ali neferinden sevindirici olayı öğrenir öğrenmez beklemediği mucizevi duruma o da çok şaşırır, inanamaz. Gerçi çevre birlikler de gezinirken kendi toplarının sesini andıran şiddetli bir ses, patlayış duymuştu ama bataryasının durumunu bildiğinden buna önem vermemiştir. Her şeyi öğrenip, heryeri inceleyince olayın doğruluğuna kesinlikle inanır. Neferi bu inanılmayacak başarısından ve gösterdiği kahramanlığından dolayı sarılıp, öperek kutlar. Ayrıca hemen de mucize olayı telefonla üstlerine rapor ederek bildirir.
Aynı gün geç saatlerde Çanakkale Boğazı Mustahkem Mevki “Boğazı Savunma” komutanı Cevat Paşa gelip komutanpaşa ödülü olarak Koca Seyit’e ilkkez onbaşı rütbesi takar. Ancak komutana göre bu çok azdır. Koca Seyit’e ne gibi bir ödül istediğini söylemesini söyler. Koca Seyit ısrarlara dayanamayarak ödül olarak kendisine tayin denilen o günlerin koşullarına göre erata verilen el kadar peksimetten iki tane verilmesini ister.
Paşasının emriyle o günden itibaren çift tayın bağlanır. Lakin gün geçtikçe ikinci tayını karnı doymadığı halde yiyemez, kursağından geçmez. Çünkü birlikte yemek yedikleri diğer arkadaşları ondan mahrumdur. Kısa bir süre sonra da kendiliğinden ikinci tayın yemesini bırakır. İşte o zaman Koca Seyit kendisini daha mutlu ve huzurlu hissettiğini anlar.
Koca Seyit’in mucizesi büyük yankı yaratarak Çanakkale Cephesi’ne tezden yayılır. O sırada Eceabat’ın “Maydos’un Biga’lı Boğalı” köyünden karargah merkezi olarak kullanan 19. Fırka Tümen Komutanı Mustafa Kemal Atatürk de bu haberi duyar. Duyunca da bu mucize kahramanı görüp yakından tanımak ister. Bu nedenle de o yılın nisan ayı başlarında yani 18-Mart Zaferi’nin 20. gününde filan kendi atıyla hizmetlerini özellikle gönderip, birliğinin çok yakınında görev yapan Koca Seyit’i birliğinden aldırıp köydeki evine getirtir. Onu konuk eder. Kahve içerken aralarında şöyle bir konuşma geçer:
Büyük Gazi:
-Koca Seyit denen topçu onbaşı sen misin evlat?
Koca Seyit:
-Benim Kumandanım!
-Tek başına nasıl kaldırabildin koca gülleyi?
-Allah’ın izniyle oluverdi kumandanım. Sankim gülle ufacık tefecik bir çam bölmesi gibi geliverdi.
-Peki asker, sen kumandanlarından hiçbir para, altın gibi ödüller kabul etmemişsin, varlıklı da değilsin, acaba bu nedendir?
-Olsun komutanım. Memleketimize kırkyılın başı bi iş, bi hizmet yaptıysak, hemen ödül, mükafat mı olurmuş. Sonacım benim eskerlemdeki en büyük mükafatı siz verdiniz. Beni yanınıza çağırıp, fincan gayve sunmanız benim için en büyük mükafattır, gumandanım!
-Asker gülleyi kaldırdığın gibi beni de kucaklayıp kaldırabilir misin? Söyle asker, çekinmeden söyle, kaldırabilir misin?
Koca Seyit biraz durakladıktan sonra, Atatürk’ün yüzüne anlamlı şekilde bakıp, sorusunu yanıtlar:
-Hayır kumandanım.
-Niye, ben koca gülleden daha ağır mıyım sanki?
-Gülle başka, siz gene başka kumandanım. Sizi ben del kimsecikler galdıramaz. Çünküm sizin büyüklüğünüz, ağırlığınız gülleyle ölçülemez, gumandanım!
Koca Seyit’in bu cevabı Atatürk’ü fazlasıyla memnun eder. Kahramanı saygılı, yiğit ve güvenilir bulur. Atatürk’ün aklına bir soru yöneltmek gelir:
-Sanıyorum eski bir askersin. Askerlikten bıktın mı, terhis olup da evine döndükten sonra bu ocağa seni yeniden çağırsalar severek, isteyerek, gönlünce yine koşar gelir misin?
Koca Seyit hiç düşünmeden:
-Tabey gelirim gumandanım. Değil dokuz sene onsekiz sene de yapsam ekserlimi sizin gibi gomutanlar haydin ekser ocana gelin dedi miydi tabeyke hemen gene koşup gelirin, cevabını verir.
Koca Seyit’in bu cevabı Atatürk’ü pek memnun eder. Aynı cephede oldukları sürece Koca Seyit’i her zaman sever, onunla ilgilenir ve onu hiç unutmaz. (*)
Torunu ve torununun çocuğu ile tanışma şerefine nail oldum. Yörede çok büyük itibar görüyorlar ve bence bunu hak ediyorlar.
Kendi ağızlarından dinlediğim tüylerimi diken diken eden olay..
Kurtuluş savaşının bitmesinden sonra yurt gezisine çıkan Atatürk, Balıkesir’in Havran ilçesine geldiğinde Seyid Onbaşı’nın huzuruna getirilmesini emreder, Seyid Onbaşı üstü başı dökük olduğu için bu şekilde Ata’nın huzuruna çıkmak istemez, vali’nin aldığı kıyafetlerle Atamızın karşısına çıkar..
- Sana maaş bağlatalım Onbaşı
- İstemem gomutanım, ben para için değil milletim için orduya hizmet ettim.
Bu cevap karşısında Atatürk çok duygulanır..
Ancak Seyid Onbaşı her ne kadar maaş istemesede ilk gazi maaşı kendisine bağlanır..
1939da Seyid Onbaşı öldüğünde ortaya şöyle bir şey çıkar; gazilik maaşı hesabında birikmiş, Koca Seyid ise paranın bir kuruşuna dahi dokunmamıştır..
KOCA SEYİT gibi kahramanlarını Türk ulusu unutmamalı..
Seyid Ali Onbaşının Hayat Hikayesi
Seyit Onbaşı, 1889 yılının Eylül ayında Havran İlçesi Çamlık (Manastır) köyünde dünyaya geldi. Babasının adı Abdurrahman, annesininki Emine idi.
Seyit, 1909 yılının Nisan ayı başlarında askere alındı. 1912′de Balkan Savaşları’na katıldı. Savaş bittiğinde terhis edilmedi ve topçu eri olarak Çanakkale Cephesi’nde görev aldı. Çanakkale Savaşları’nda gösterdiği kahramanlıkla adını Türk Tarihi’ne yazdırdı.
18 Mart Deniz Savaşı sırasında, Rumeli Mecidiye Tabyası’nda ayakta kalabilen tek top vardı onun da mermi kaldıran vinci bozulmuştu. Seyit Onbaşı büyük bir güçle 215 Okkalık mermiyi üç kez kaldırarak namlunun ucuna sürmüş ve bu kahramanlığı ile Ocean gemisi büyük bir yara almıştı.
Seyit Onbaşı 1918 sonbaharında köyüne döndü. sanatı olan ormancılık ve kömürcülüğe devam etti.
1934 tarihinde yürürlüğe konan soyadı yasasıyla “Çabuk” soyadını aldı. 1939 yılında akciğerlerindeki rahatsızlık nedeniyle vefat etti.
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkürler